İSLÂM’DA ÜLKE (DÂR) KAVRAMI
‘Dâr’ kelimesi, Arapça’da ‘ev, arsa, mahalle,
yurt, bir toplumun konakladığı veya yerleştiği yer’ anlamına gelir.
İslâm hukukunda ise ‘İslâm’ın
veya İslâm dışı bir yönetimin hâkimiyeti altındaki ülke’ anlamında kullanılır. Bir
ülkenin Müslümanlara veya gayr-i Müslimlere ait olduğunun kabul edilmesi, o
ülkedeki yönetim ve hâkimiyet faktörlerine bağlıdır; yönetim ve hâkimiyet
kimde ise ülke onlara ait kabul edilir.
Bu tariften de
anlaşılacağı üzere, ülkenin tayin ve tespitinde temel unsur idare olup, devlet
ile ülke arasında bir hâkimiyet ilişkisi söz konusudur. Bu anlamda ülke, bir
devletin faaliyet alanını meydana getirir ve orada fiilî kontrol ve hâkimiyeti
tesis edip dışa karşı orayı koruyan otoriteye nispet edilir.
İdare ve hâkimiyet
faktörü, İslâm ülkesi ile gayr-i Müslim ülke arasında ayırıcı rolü oynadığı
gibi Müslüman memleketler için de geçerlidir.
Gayr-i Müslim
ülkeleri birbirinden ayıran unsurun da idare ve hâkimiyet olduğu kabul edilir.
Hicret öncesinde
hukukî anlamda ‘daru’l-İslâm’ diye gösterilebilir bir ülke yoktu. Hz Peygamber
(s.a.v.) Medine’ye hicret edince, Ensar ve Muhacirlerle İslâm toplumu vücut
buldu ve günden güne güçlendi. Ondan sonra namaz, oruç, zekât, ceza hukuku ve
helal haramla ilgili hükümler geldi. Medine’ye hicret İslâm devletinin
kurulması için ilk aşamayı teşkil etti. Tabii olarak da devletin tabi olacağı
esaslar ve İslâm toplumunun gerek kendi içinde ve gerekse diğer toplumlarla
olan ilişkilerini düzenleyen hükümler bu dönemde konuldu.
Böylece ilk İslâm
ülkesi ‘Daru’l-Hicre’ yani ‘Hicret Yurdu’ oluyordu. Mekke ise halen ‘Daru’l-küfr
ve harp’ durumundaydı. Mekke’de hiçbir İslâm hükmü icra edilemediği gibi,
üstelik hiçbir Müslüman, bir yakını veya müşriklerden birisinin himayesi
olmadan namaz bile kılamıyordu. Hz Peygamber (s.a.v.) zamanında ‘Daru’l-Hicre’
aynı zamanda ‘Daru’l-İslâm’ı meydana getiriyor, yeni Müslüman olanlardan ‘Daru’l-İslâm’a
hicret etmeleri isteniyordu.