Toplumlarda birliğin
sağlanması; karşılıklı anlayış, fedakârlık, vefa, muhabbet ve sadakat
gerektirir. Allah (c.c.) Kur’an-ı Kerim’de Müslümanlara birlik içinde
olmalarını, şeytanın aralarını açıp bozmaya çalışacağını, bu birliği engellemek
için çaba göstermeleri gerektiğini bildirmiştir.
Müslümanlar din kardeşleri ile aralarındaki ilişkilerde, karşı tarafı
incitecek bir söz söylemek, öfkelenmek, saygısızlık yapmak gibi birlik ruhunu
zedeleyecek her türlü tavırdan sakınmakla yükümlüdürler. Her mümin bir diğerine
karşı olabildiğince fedakâr olmalı, sabırlı davranmalı, onun iyiliği için
çalışmalı, sadık ve vefalı olmalıdır. Bu, tüm müminlerin benimsemesi gereken
üstün bir ahlaktır.
Uhuvvet, sadakat ve vefakârlığın en güzel örneklerden biri, Peygamber
(s.a.v.) ile birlikte Mekke’den hicret eden ‘Muhacir’ müminler ve Medine’de
onlara güzel bir yurt hazırlayan ‘Ensar’ Müslümanlar arasındaki ilişkidir.
Mekkeli müşriklerin zulmü ve baskısı nedeniyle, Allah yolunda yurtlarından
hicret eden müminleri, Medine’de Hz Muhammed (s.a.v.)’e biat etmiş olan
Müslümanlar en güzel şekilde karşılamışlar ve onlara karşı büyük bir muhabbet
ve ilgi göstermişler ve bütün maddî varlıklarını onlarla paylaşmışlardır.
Birbirlerine yabancı iki topluluk olmalarına, cahiliye Arapları arasında tek
önemli kıstas sayılan ‘kabile bağı’na sahip olmamalarına rağmen, imanları ve
itaatleri nedeniyle örnek bir kardeşlik sergilemişlerdir. Medineli Müslümanlar
hicret edenlere her türlü imkânı sağlamış, onlara evlerini açmış, yemeklerini
onlarla paylaşmış, kendi ihtiyaçlarından önce onların ihtiyaçlarını düşünmüş,
mümin kardeşlerinin nefislerini kendi nefislerine tercih etmişlerdir. Rabbimiz,
Medineli müminlerin bu güzel ahlakını Kur’an-ı Kerim’de şöyle bildirmiştir:
“Kendilerinden önce o yurdu (Medine’yi) hazırlayıp imanı (gönüllerine)
yerleştirenler ise, hicret edenleri severler ve onlara verilen şeylerden dolayı
içlerinde bir ihtiyaç (arzusu) duymazlar. Kendilerinde bir açıklık (ihtiyaç)
olsa bile (kardeşlerini) öz nefislerine tercih ederler. Kim nefsinin ‘cimri ve
bencil tutkularından’ korunmuşsa, işte onlar, felah (kurtuluş) bulanlardır.”
İşte bu ‘İsar ahlâkı’ denilen ve örnek alınması gereken çok üstün bir ahlâktır.
Bu ahlâkı başka toplumlarda göremezsiniz. İki mümin topluluğun birbiri ile
ilişkisinin nasıl olması gerektiğini gösteren çok önemli bir örnektir.
Peygamber Efendimiz (s.a.v.) ise, Müslümanlar arasında dayanışmanın nasıl
olması gerektiğini aşağıdaki hadisinde şöyle tarif etmiştir:
Müslümanların kendi aralarında ki
merhametleri, saygı ve dayanışmaları tıpkı bir vücut gibidir. Vücutta bir uzuv
rahatsızlandığında diğer uzuvlar onunla birlikte aynı acıyı çekerler ve
uyumazlar.
Müslümanların birbirlerine karşı sevgileri ve kalplerinde birbirlerine karşı
hiçbir olumsuz his kalmaması, Allah (c.c.)’ın müminlere büyük bir lütfu ve
nimetidir. Ahirette tam anlamıyla yaşanacak olan bu nimet Kur’an-ı Kerim’de
şöyle bildirilir:
“Onların göğüslerinde kinden (ne
varsa tümünü) sıyırıp-çektik, kardeşler olarak tahtlar üzerinde karşı
karşıyadırlar.”
Dolayısıyla Müslümanlar, dayanışmanın, kardeşliğin ve birlik duygusunun büyük
bir nimet olduğunun bilincinde davranmalı ve bu birliğin korunması için sabırlı
ve iradeli olmalıdırlar. Peygamberimiz (s.a.v.) ise, Müslümanların ortak
hareket etmelerinin önemini bir hadis-i şerifinde şöyle ifade etmiştir:
“....Birbirinize hased (çekememezlik) etmeyiniz. Birbirinize buğuz
(düşmanlık) etmeyiniz. Birbirinizle iyi ilişkileri kesmeyiniz. Birbirinizden
yüz çevirip küsüşmeyiniz ve ey Allah’ın kulları, kardeşler olunuz!
Müslümanlar, aralarında herhangi bir
sorun olan kardeşleriyle bu sorunu dostça gidermekle yükümlü oldukları gibi,
iki Müslüman topluluk arasında da benzeri bir olay yaşandığında, diğer müminler
onların arasını düzeltip uzlaştırmakla yükümlüdürler. Allah (c.c.), iman
edenlere şöyle buyurmuştur:
“Müminler ancak kardeştirler. Öyleyse kardeşlerinizin arasını
bulup-düzeltin ve Allah’tan korkup-sakının; umulur ki esirgenirsiniz.”
Bütün bu ve benzeri İlâhî
emirlere ve Peygamber (s.a.v.)’in uygulamalarına rağmen aşağıda ayrı ayrı
inceleyeceğimiz ahlâkî hastalıkların hem geçmişte ve hem de günümüzde Müslümanların
arasında yaşadığını, onları zayıflattığını ve İslâm Birliğini engellediğini
görüyoruz.
Bu bölümde, Müslümanlar için farz olan ‘İslâm Birliği’ni engelleyen ve özellikle İslâm ülkelerinin üst düzey yönetici, başkan, komutan ve krallarında bulunan ahlâk hastalıklarını ve bunlardan kurtuluş yollarını alfabetik sıraya göre maddeler halinde birer birer ele alarak inceleyeceğiz. Bu ahlâk hastalıklarını kelime aslına uygun ve asırlarca Müslümanlar tarafından ve çoğu da ortak olarak kullanılan terim veya isimleriyle sıraya koyduk. Bu terimlerin önce lügat karşılıklarını, ardından geniş İslâm kültüründeki kullanıldıkları anlamlarını açıkladık. Hastalık ile ilgili ayetlerin meallerini ve açıklamalarını verdik. Muteber Hadis kitaplarında kayıtlı Hadis-i şeriflerle konuyu daha da açık ve net hale getirdik. Bundan sonra sahabe ve İslâm büyüklerinin bu konudaki söz ve yaşayışlarınıaktardık. Son olarak da bu kötü ahlâk hastalığından kurtulmanın nasıl gerçekleşebileceğine dair İslâm ahlâkçılarından bize kadar gelen tavsiyeleri sıraladık. Kuşkusuz burada açıkladığımız ‘İslâm Birliğini Engelleyen Hastalıklar’,bir kısım Müslüman yöneticilerde görülebilen ancak tedavi edilmesi gereken ahlâkî hastalıkların tamamı değildir. Bu hastalıkların tamamı elbette ki bir yöneticide bulunmayabilir. Örneğin korkaklık hastalığı olmayan bir yönetici ihanet hastalığına tutulmuş olabilir. Dolayısıyla burada açıklanan hastalıkların tamamı mevcut olduğundan birleşerek toplum bünyemizi sarsmakta veİslâm Birliğini engellemektedir.
Diğer hastalıkların tamamı için ‘Ahlâkî Hastalıklar ve Bunlardan Kurtuluş Yolları’ isimli kitabımıza başvurulabilir.